12 Aralık 2015 Cumartesi

Macaristan Futbol Günlükleri

Macaristan futbol günlükleri

Yalan söylemeye gerek yok. Macaristan'a gelmeden önce Macar futboluyla ilgili bildiklerim Bir kaç macar futbolcu, Puskas, Feher'in ölümü, Pal Dardai, halı sahadaki kaleci halimin gerçek versiyonu eşofmanlı Kiraly, Fener'in 99 senesinde MTK'ya elenmesi ve 2009 da Semih'in 4 gol atıp elemesinden ibaretti. Bir de bikaç takım işte Ferencvaros,MTK,Videoton,Debrecen vesaire. Sonra burada bi taksiye bindim, şöför pek İngilizce bilmiyordu. Ayna da bir flama asılıydı sordum ne diye Ujpest dedi, derken yüzünden gurur okunuyordu adamın. Lig şampiyonlarına baktım Ujpest 1998'den beri şampiyon olamamıştı en son geçen sene Macaristan kupasını kazanmıştı.


Gittiğim ilk maç, Ujpest-Ferencvaros maçıydı. Havalar daha tam soğumamıştı, Ferencvaros'un adını biliyordum, Ujpest'i ise doğru dürüst bilmiyordum bile. Fikstüre baktım en yakında maç olarak o maç var. Hem bi Budapeşte'yi keşfedeyim hem de futbolla tanışayım dedim. Morlarla o gün tanıştım. Taraftar acayipti. Maçtan 2 gün önce falan stadın yerini öğrenmek için stada gittim, aslında asıl amacım forma koleksiyonu için forma almaktı ancak bulamadım. Maç günü stada giderken otobüsten indiğimde 4 kişilik bi aile gördüm. Baba ve oğlu önden yürüyor hararetli bir şekilde maçı konuşuyor, karısı ve küçük kızı da arkadan onlara yetişmeye çalışıyordu. Babaya stadın yolunu sordum, bilet almayı sordum. Çat pat İngilizcesiyle anlattı. Çok iyi insandı. Eskiden 2. ve 3. ligde futbol oynamış belli ki futbolu deli gibi seviyor. Hemen Macar futboluyla ilgili bildiklerimi sordum. MTK dedim, meh dedi. Ujpest-Ferencvaros buranın en büyük maçıdır dedi. Dedim Ujpest baya başarısız son zamanlarda stat boş olur mu, asla dedi. Bana bilet gişesini gösterdi ve şu bloktan al dedi, asıl taraftarlar orada olur. Adamı dinledim kale arkasından bilet aldım yerime geçtim. Ujpest taraftarını ilk kez o gün gördüm. Harbi baya sağlam taraftarlar. Bu arada forma mevzusundan başka yerlere geleceğim o olayı unutmadım. Neyse maç başladı daha dakika 2 de Ujpest gol attı stad yıkılıyor, yanımda iyi İngilizce bilen biri vardı devre arasında falan onla konuştuk. Jonathan Heris diye bi 3 numaraları var baya sağlam adam. Maça stoper başladı sol bek, sağ bek oynadı ön libero olarak bitirdi. Geleceği parlak olabilir. Lakin maç güzel bitmedi. Böde son dakikalarda 2 tane yazıp 2-1 mağlup uğurladı beni Ujpest'ten Oktogon'a doğru. Maç çıkışı İngilizce bilen bir kaç Ujpest taraftarına Oktogon'a nasıl giderim diye sordum anlattılar. Bir kız vardı 20 yaşlarında baya fanatik. Bana sordu nerden esti Türkiye'den Ujpest taraftarlığı. Dedim taraftarınız harika, bu kadar kötü zamanlarda bile takıma sahip çıkıyor. Hoşuna gitti yandaki arkadaşlarına Macarcaya çevirdi onlarda sevindi baya. Neyse otobüse sıkış tıkış bindim. Otobüste herkes beste söylüyor, sanki benim takımım son dakika da derbi kaybetmedi de şampiyon oldu. O zaman anladım bu insanlar skordan bağımsız seviyor renkleri, kıskanmadım değil. Hangimiz sadece renkler için bu kadar delice seviyoruz ki? Fenerbahçe'yi tutarken buna cevap vermek kolay iyi günde, kötü günde ama ne kadar kötü gün gördük ki? 3 Temmuz olaylarından bahsetmiyorum. Fenerbahçe 15 sene şampiyon olamasa yine 30 bin kişiye oynar mıydı? Çok zor bu sadece Fenerbahçe için değil, Türkiye'de taraftarlık algısı çok farklı. İtiraf etmek zor da olsa çoğumuz skor taraftarıyız. Bu adamlar ise renk taraftarı, arma taraftarı. Forma olayına şimdi geleyim. Ujpest Store iflas etmiş. Taraftarlar orjinal ürünler ve ULTRAS ürünlerini kendileri satıyor, bir de kulübün ufak bi internet satış sitesi var. Kulübü yaşatmaya çalışıyorlar yani. Baya da başarılı oldular bu maçtan çok sonra, Ujpest Fanatics Shop diye bi facebook sayfasıyla irtibata geçtim sağolsunlar kırmayıp ortak bi nokta da buluşup formayı alabildim. Ujpest'i cidden çok sevdim.

Gittiğim ikinci maç burada gördüğüm en soğuk günde, gidilebilecek en uzak stadyumdaydı. Yine maçtan 2 gün önce forma almak için stada gittim, bu sefer formayı buldum stadın ordaki dükkanda çünkü yine facebook saolsun dükkanın pazartesi ve perşembeleri sadece 16-19 arası çalıştığını öğrenmiştim. Perşembe günü gittim formayı aldım, cuma günü de Estonyalı kardeşim Karl ve sevgilisi Keli ile stadın yolunu tuttuk. Karl çok iyi çocuk, futbolu seviyor ama Estonya'da futbol pek olmadığı için aşırı ilgisi yok. Arada bana gelip Fener maçlarını da izliyoruz. Keli de her spora ilgili zira beden eğitimi ile ilgili bir bölümde okuyor. Neyse Honved maçına gittik, hava buz gibi. Götümüz dondu, Estonyalı arkadaşlar bile titriyor. Stadda yaklaşık 200 kişi falan vardı maç boyunca. Honved 7. rakip Bekscaba 12. sıradaydı yani son. Daha dakika 1 de Bekçaba golü attı, maç başında sayısı yaklaşık 120 olan Honved taraftarı da iyi bir sövdü. Neyse sonra 1-1 oldu, Bekscaba 2-1 yaptı. Honved 2-2 yapınca stad baya sevindi. 200 kişiden beklenmedik bi sevinçti. Gol olunca yanımda 75 yaşlarında bi amca vardı ona çakayım dedim. Adam o kadar mutluydu ki, önce bir çaktı doyamadı sonra elindeki eldiveni çıkartıp bir daha çaktı. O an bütün bu soğukta bu kadar yolu çektiğime mutlu oldum. Son dakikalarda Honved bir tane daha attı. 3-2 kazandı. Yine o amcayla çakıştık. Stadda belki 200 kişi vardı ama gelenler hep yaşlıydı. Hiç unutamayacağım tepeden tırnağa kırmızı siyah giyinmiş 80 yaşlarında bir nenem vardı. Soğuk falan dinlememiş gelmiş maça, öyle oturarak falan da izlemiyoruz ha maçı hepimiz ayaktayız hava da deli gibi sulu kar var. Bi daha anladım bu adamların futbola bakış açısı bizden çok farklı. Honved onlar için kendilerini ortak paydada ifade etme biçimi değil. Honved onlar için bireysel bir şey. Keza Ujpest'te, Ujpestliler için. Takım kazansında kendimi tatmin edeyim diye değil, takımı izlemek için geliyorlar maça.

Son gittiğim maç dündü 12 aralık. Ferencvaros-Ujpest. Ligde 12 takım olduğundan ilk yarı da takımlar iki kere karşılaşabiliyor. Ujpest'in rövanş maçı. Maça gitmeden Ujpest fanatics Shop'a sordum maçı sizinle izlemenin bi yolu var mı diye. Malesef sadece kulüp kartı olanlar bilet alabiliyormuş ve deplasman biletleri bitmiş. Neyse bir umut Ferencvaros maçına bilet buluruz diye çıktık yola, Groupama Arena'ya doğru. Stadın oraya geldiğimde bileti nereden alacağımı sordum, 2-3 kişi bilet kalmadı, Nepliget'e git orda Ferencvaros'un taraftar grubu var onlarla izle dediler. İstemedim çünkü zerre haz etmiyorum Ferencvaros takımından. Neyse gişeyi zor bela buldum. Gişedeki genç çocuk önce taraftar kart çıkar dedi, stadın arkasında bi yerden taraftar kartımı aldım. Gişeye geri gittim dedim Ujpest taraftarının karşısında olsun olay olursa uzakta olayım. Çocuk ben Ujpest taraftarıyım dedi. Güldüm ben de dedim elini sıkarak "HAJRA LILAK" dedim karşılık verdi. Annesi Ujpest takımının dişçisiymiş, futbolcuların çoğunu tanıyor, ayak üstü bi futbol muhabetti yaptık. Bilet bulmuştum. Macaristan liginin en büyük maçını 2. kere staddan izleyecektim, hem de Macaristan'ın en iyi stadında. Stada girdim. Girer girmez büyülendim. Haketten efsane güzel bir stad olmuş. Kale arkasıyla oyun çizgisi arası 5 metre falan sanırım. Oyuncular gözümün önünde. Ancak Ferencvaros taraftarı pek iyi değil, stadı hak etmiyorlar. Bütün maç karşı tribündeki Ujpest taraftarını izledim. İçten içe onların bildiğim bestelerine tempo tuttum. Yakalansam hayatımın dayağı yolda. Neyse dakika 60 gibi Ujpest golü attı, ben golün geleceğini anlayıp telefonla karşı kaleyi çekiyordum. Gol oldu hiç bozuntuya vermeden çekmeye devam ettim ama içim çığlık atmak istiyordu. Çok acayip bir deneyimdi, on binlerce yeşil beyaz arasında içimdeki moru gizlemeye çalışmak. Neyse maç 1-0 bitti. Ujpest'li oyuncuları ve taraftarı izledim biraz. İntikamı almıştık. Ujpest'ten boynumuz bükük çıkmıştık ama, Ferencvaros'u bu güzel stadda yenip dönüyorduk. Fenerbahçe-Galatasaray maçlarındaki gibi hisettim. Çok ayrı bi his. Lakin bağıramıyordum çünkü bindiğim tüm toplu taşımalar Ferencvaros taraftarınca işgal edilmişti. En sonunda mahalleme geldim. UTE OLE UTE OLE diye bağırarak hostele doğru yola koyuldum. Hostele geldim bi sigara yaktım, çektiğim fotoğraf ve videolara baktım. Maçı tekrar yaşadım yine mutlu oldum. Bu kısa erasmus maceramda Ujpest'in bende acayip bir anısı oldu. İkinci takımım oldular adeta.

Bir de futbol maceralarının halı saha ayakları var. Biraz futbol bağımlısı(tamam işte biraz değil baya) bi adam olduğum için futbolsuz yapamıyordum. Burada halı saha organizasyonları buldum direk atladım. 90 metre bi sahanın yarısında iki taç çizgisine kale koyup oynuyorlar, aynı sahada bazen iki maç oluyor. Küçük olduğu için çok yorulmuyolarda. Ben biraz hırslı bi adam olduğumdan kalede durduğum dönemler hariç hep koşuyordum. Burdaki Portekizli kardeşim Georges'a 2 tane harika asist yapmıştım. O an kendimi Rui Costa gibi hisettim yalan yok, düşünsenize Portekizli birine asist yapıyorsunuz. Orada çok güzel insanlarla tanıştım, harika futbol muhabbetleri yaptık. Meksikalılarla Blanco üzerine yaklaşık 20dk konuştuk. İnsanlar baya şaşırıyordu sen bu kadar şeyi nereden biliyorsun diye, manyak olduğumu söylemek zor geldiği için, ikinci sıfatımı kullandım. Gazeteciyim dedim. Gazeteci olduğumu o an iliklerime kadar hisettim. Zira bu alanda cidden iyiydim. Fransız elemanlarla, devşirme olmayan Fransa kadrosu yaparken, Bask asıllı Marie ile Lizarazu tartışırken. - Marie Fransa'nın bask bölgesinde çalışırken Lizarazu bunun dükkanına gelip kahve istemiş, Marie'de Lizarazu'yu tanımamış. Lizarazu baya köpürmüş. Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun gibisinden saydırmış Marie'ye... Marie pek haz etmiyor Lizarazu'dan bende o olaydan sonra biraz soğumadım değil. - İtalyan bi eleman vardı Udinese'li çok takılıyordum ona. Dedim sanırım tek Udinese taraftarı sensin, o da bir kaç tane daha var ama pek yokuz dedi. İyi top oynuyordu. İtalyan bi adamla verkaç yapmadım demem artık. Slovakyalı bi amca vardı 55 yaşında falan maçlara geliyordu. Hentbol oyuncusuymuş eskiden. Onla 1996'dan bi girdik, Poborsky'den çıktık. Böyle onlarca irili ufaklı muhabbet harbi çok eğlendim, çok şey öğrendim.

13 aralık gecesi itibariyle Macaristan'da geçirdiğim futbol olayları hemen hemen bu kadar. Gitmeme pek zaman kalmadı, bundan sonra maça gider miyim bilmem. Belki bir kaç halı saha olursa olur, olmazsa bu anılarla yetiniriz. Erasmus çok güzel şeymiş, bunu burada yaşayınca anladım. İnsanın hayatta bir tutkusu olması da çok güzel, benimkisi futbol işte, bazen cidden mallık derecesinde seviyorum. Spor falan da değil kandırmayın beni, hayatın kendisinden çok daha önemli be.. Zaten ne demişler, aşkın gözü kördür...

15 Kasım 2015 Pazar

Teşekkürler Raul...

Bu akşam futbol dünyasında bir dev, bir ikon Raul son maçına çıktı. Peki neydi Raul'ü diğer futbolculardan ayıran, bu kadar özel kılan, Raul Madrid yapan şey?



Her güzel hikayenin duygusal bir başlangıcı olur. Raul içinde durum farklı değildi. Babası hasta Atletico Madrid taraftarı olan Raul önce 10 yaşında San Cristobal alt yapısına daha sonra 13 yaşına geldiğinde ise Atletico Madrid alt yapısına gitti. Dönemin Atletico Madrid başkanı Jesus Gil'in alt yapıyı kapatması sonrası ezeli rakip Real Madrid'in yolunu tuttu. 1994 senesinde Real Madrid Castilla ile harikalar yarattı. Henüz 17 yaşındayken Real Madrid ile ilk maçına çıktı. 29 Ekim 1994 de Zaragoza deplasmanında efsane olacağı Real Madrid formasını sırtına geçirdi ve ilk maçında Zamorano'ya asist yaptı. Ertesi hafta rakip ezeli rakip - Raul'ün eski takımı- Atletico Madrid'di. Raul henüz 17 yaşında bu maçta Real Madrid formasıyla daha çoklarını atacağı gollerinin ilkiyle tanıştı. Dediğim gibi her güzel hikayenin duygusal bir başlangıcı olur ve Raul'ün gol atmaa başlaması da böyle başladı. O senenin geri kalanında Raul harika bir sezon geçirdi ve kariyerinin ilk şampiyonluğuna ulaştı. 1995-1996 sezonunda ise Raul takımın en önemli parçalarından birisiydi 18 yaşında o sezon Real için 52 maça çıkıp 26 gol kaydetti(0.5 gol ortalaması demek) Ancak o sezon Real Madrid bekleneni vermekten uzaktı ve Atletico Madrid'in 17 puan arkasında ligi 6. olarak bitirdi. 96-97 sezonu ise Real Madrid ligi Barcelona'nın 2 puan önünde lider olarak bitirip şampiyonluğa uzanıyordu. Raul yine istikrarını sürdürerek 42 maçta 21 gol atıyordu ( O zamanlar La Liga 22 takımdan oluşuyordu ve Raul ligdeki tüm maçlarda oynamıştı) 1998 senesi Real Madrid ligde kötü gitse de, 1966 dan tam 32 sene sonra 1998 yılının mayıs ayında Real Madrid, Şampiyonlar Ligini müzesine götürüyordu. Raul o sezon çıktığı 49 maçta 13 gol atabiliyordu.(Bu kadar az gol atmasının sebebi kadroda forvet pozisyonunda Predrag Mijatovic ve Davor Suker gibi isimlerin olmasıydı, Raul o sezonun genelinde forvet arkası olarak görev alıyordu.) 98-99 sezonunda Raul 37 maçta 25 gol ile gol kralı olsa da, Real Madrid şampiyonluğu Barcelona'ya kaptırıyordu. 1999-2000 sezonu Real Madrid için çok kötü başlamıştı. Sezon başında görevde olan eski dost John Toshack 2000 yılını görmeden kovulmuş yerine Vicete del Bosque getirilmişti. O sezon Real Madrid ligi 5. sırada bitirse de, Şampiyonlar ligine damga vurarak 1 sene aradan sonra 8. kupalarını müzelerine götürüyordu. Raul o sezon çıktığı 15 Şampiyonlar Ligi maçında 10 kez golle tanışıp takımın kupayı kazanmasında kilit rol oynuyordu.



Raul, artık Real Madrid'in en önemli futbolcusu haline gelmişti. Madrid'in meleği, takımın sembolü haline gelmişti. Redondo'nun gitmesinin ardından Fernando Hierro'nun ardından 2. kaptanlığa yükseliyordu. 2002 yılında 1 yıl arayla gelen 3. Şampiyonlar Liginin ardından Real Madrid yine karışmaya başlıyordu. Görevinden kovulan Del Bosque'ye destek çıktığı için takımdan uzaklaştırılıp Katar yolunu tutan Hierro'nun ardından takım kaptanlığını da Raul üstleniyordu. 2003 senesinin ardından Raul takımın hem lideri hem de ikonu haline geliyordu. 2002'de başlayan Los Galacticos dönemi hızla büyüyordu. Takıma onlarca yıldız oyuncu katılıyor ancak beklenen başarı bir türlü gelmiyordu. Real Madrid Şampiyonlar liginde bir türlü istediği yerlere gidemiyordu çoğu sezon 2. turda eleniyor, en fazla çeyrek final görebiliyordu. Raul için basında takım içinde Guti ile beraber çete kurduğu haberleri çıkıyordu. En sonunda Raul bu söylentilere dayanamadı ve basın toplantısında; " Eğer bu takım ben olmadan daha iyi olacaksa bugün hiç bir şey almadan gitmeye hazırım. " dedi. Real Madrid 2007 ve 2008 sezonlarında iki sezon üst üste La Liga'yı kazanırken takımın en önemli ismi yine Raul'dü.



2010'un yaz aylarında Real Madrid takımın başına Jose Mourinho gibi marka bir teknik adamı getirdi. Mourinho geldiği gibi Guti ve Raul'ü takımda görmek istemediğini söyledi. Takımı yakışıklı yıldızlar karmasına döndürmek isteyen Florentio Perez ise bu kararı hemen uygulamaya döktü ve daha önce Hierro'ya yaptığını bu kez Raul için yaptı. Raul hiç sorun çıkarmadan sözleşmesini feshetti ve yine efsane olacağı Schalke 04'ün yolunu tuttu. Schalke'de gittiği ilk sezonda doğrudan katkı yaptı. O sezon Schalke ile Şampiyonlar Liginde yarı finale kadar yükseldi üzerine bir de Almanya Kupası kazandı. Ertesi sezon Avrupa liginde çeyrek finalde, kupanın finalisti Bilbao'ya elendi Schalke, ancak San Mames'de ki maçta unutulmaz bir olay gerçekleşti. Bütün stad maç bitiminde Raul'ü alkışlamaya başladı. Tribünlerden Raul'e çiçek geldi. Bu zamana kadar görüp görebileceğim en acayip olaydı sanırım. Zira Bilbao senelerce İspanya iç savaşında İspanya'ya karşı savaşmış. Real Madrid ise her zaman Franco'nun takımı olarak adlandırılmıştı. Şimdi ise sahada Real Madrid'in eski kaptanı Raul vardı ve tüm Baskonya Raul'ü alkışlıyordu. Raul'ün büyüklüğünü ve özelliğini anlatabilmek için verilebilecek en güzel örnek budur bana kalırsa...



Sezon sonunda Raul Schalke'den ayrıldı ve Katar'ın yolunu tuttu. Katar'da geçen 2 sezonun ardından. Bernabeu'ya jübile maçı için geldi ve stadyum Raul'ü yine bağrına bastı. İlk yarı Real Madrid forması giyen Raul, Al Sadd ağlarına şık bir gol bırakarak, Real Madrid taraftarına o özlediği tadı tekrar yaşattı.



2015 yılında Amerika'yı denemek istedi ve New York Cosmos'a transfer oldu ve orada kupalarına bir yenisini daha ekledi. Kuzey Amerika Futbol Ligi'nin yarı finalinde Lauderdale ağlarına bir gol gönderdi ve takımın finale çıkmasına yardım etti, ve bugün kariyerinin son maçında Play Off finalinde Ottawa Fury'e karşı sahaya çıktı Raul. Kariyerinin son maçında alışık olduğu kupalardan birini kazanmak için. Doğuştan kazanan olduğunu ve kazanan olmak için çirkef olmanın gerekmediğini, iyilerin de kazanabileceğini bize son bir kez gösterdi. Bugüne kadar bize kattığın her şey için çok teşekkürler Raul. Senin sayende futbol çok daha güzel, çok daha bizden. Seni izleyebilmek, senden etkilenebilmek benim gibi bir futbol dilencisi için en büyük onurdu. Tekrar teşekkürler Raul, yolun açık olsun. Umarım ileride bir gün yuvanda, Real Madrid'de seni tekrar görürüz bu sefer başka sıfatlar ile yeni kupalara uzanırsınız. Çünkü, Raul Madrid'dir, Madrid ise Raul...



23 Ekim 2014 Perşembe

Futbol...

Futbol... Dünyanın en pahalı hobisi deniyor onun için. Kesinlikle eminim ki futbol hobi falan değil, yaşama dair her şeyin ta kendisi!

Diyeceksiniz ki hayatını futboldan mı kazanıyorsun lakin olay maddiyatın çok ötesinde... Futbol bir top 22 oyuncu 2 kale direği ve belli başlı çizgiler ile oynanan basit bi eğlence değil. Futbol bir tutku, bir aşk. Sadece tek bir takımın körü körüne fanatizmi yapılarak anlaşılabilecek bir sevgi de değil futbol. Elbette ben de takım tutuyorum, delicesine seviyorum ama bu at gözlüğü ile olaylara bakmayı gerektirmez. (Tamam bazı takımlardan cidden hiç haz etmiyorum) Ne zaman bir maç görsem, nasıl bir maç olursa olsun ister Şampiyonlar Ligi finali, ister La Liga'da orta sıra mücadelesi, kendimi sahada hissederim. Topu alan her oyuncu da bulurum kendimi, sağa sola bakarım nereye nasıl oynayacağını söylerim hatta çoğu zaman sesli yaparım bunu, herhalde genellikle tek başıma maç izleme nedenim de budur... Futbolda her şeyi anlayabilirim ama bir futbolcunun mücadele etmemesini asla anlayamam. Çünkü benim için dünyanın en büyük hayaliydi futbolcu olmak, olamadık. Oraya gelmiş bir insanın hele ki üzerinde vitrinde görünce bile tüyleri diken diken eden bir forma varken ruhsuz oynaması çileden çıkartır beni. Bazı oyuncular hak etmezler giydikleri formaları, bazıları ise asla hak ettikleri değeri görmezler...

İngiltere'de yağmurlu bir maç düşünün zemin çamur olmuş dakika 88 öyle büyük takımlar değil. West Bromwich içeride Sunderland ile oynuyor WBA atak geliştiriyor, sol tarafa zorla yalpa yalpa gidiyor top, oradan sol bek bir orta kesiyor, top karambolde arka direkte bulunan ön liberoya geliyor düşerek zor da olsa vuruyor ve top ağlarla buluşuyor.  O an futboldaki mucizelerden biridir ve futbol her zaman mucizelerle dolu bir oyundur. Sadece düşünün o anki stadın atmosferini toprak kokusunu, yağmurdan sırılsıklam olmuş bir baba oğul kale arkasında deli gibi zıplıyor, deplasman tribününde Sunderland'in işçi sınıfı taraftarı küfrediyor şanslarına. Gözünüzün önünde canlanmıyor mu ? Kusura bakmayın o zaman futbola deli gibi yani en azından benim gibi aşık değilsiniz.

İtalyan futbolunu çok severim, nedeni sanıyorum ki çocukluğumdaki muhteşem futbol takımlarından ve klasın da ötesindeki futbolcularından kaynaklanıyor. O Parma'nın efsane kadrosu, muhteşem Lazio, Cesar Manuel "Kısa Tozluk" Rui Costa, Batigol liste uzar gider. Lakin çocukken beni en çok etkileyen ve büyüleyen takım Real Madrid olmuştu. Belki heybetine kapılmıştım Real'in. Çok büyüktü, öyle transfer büyüklüğü de değildi o zamanlar. Kaptan Hierro vardı, ve hayatımı değiştiren belki de beni futbola böyle aşık eden Raul vardı... Raul için ayrı ayrı bir milyon tane yazı yazabilirim ama hala ona olan hislerimi tamamen anlatamam. O yüzden bu yazıyı onunla doldurmamak için bu kadar deyip kesiyorum.

Ayrıca futbolda "Slav" oyunculara karşı da ciddi bir hayranlığım vardır. Balkanlardan çıkacak her futbolcu, 35 metreden çatala takma potansiyeli taşıyacağından hep bir hayranlık duymuşumdur. Öyle ki günümüzde futbolun koşmakla karıştırıldığı çağlarda yaşıyoruz, ki futbolun özüne çok büyük bir ihanettir bu. Futbol koşma değil(koşmaktan kastım mücadele etmemek değil, her futbolcunun mücadele şekli farklıdır) yetenek işi olduğunu bir türlü öğrenemiyoruz. Son Galatasaray-Fenerbahçe maçı bize bunu çok güzel örneklendirdi... Böyle bir sürü örnek vardır dünya üzerinde, işte bu yetenek Slav oyuncularda sıkça bulunurdu. Biraz agresif bazen deli dolu ama hep içlerinde bir tutku vardır oynarken, hakeme itirazları, topa sert girişleri, rakibe sataşmaları, tribünleri gaza getirmeleri vesaire... Üzerlerine bir de yetenek eklenmiş bu oyuncular, maçın kaderini çokca değiştirmişlerdir. Bu topraklarda büyük işler başarmış Hagi'den örnek vermek istiyorum. Hanginiz Hagi'nin 30 metrelerden o sol ayağıyla attığı golleri unuttunuz ki ? Hanginiz Hagi'ye hayran olmadınız tuttuğunuz takım ya da Hagi'nin sonra ki kariyeri önemli değil. Bilbao maçında top çift falso alırken hanginiz EOOOOOOOOV diye tepki vermedi ? Futbolun o anlarını unutup, futbolculara aşırı kilolu diye haber yapıp işi maraton yarışına çevirenler hangileriniz? İnsanlar koşu izlemek isteselerdi, Maraton yarışları bugün futbolun yerini alırdı ama bugün dünyanın en önemli olayı futbol, hatta o kadar önemli ki yeri geldiğinde ülkelerin ekonomilerini ,politikasını, hatta ve hatta sınırlarını bile etkiliyor futbol...

Eh uzun bi yazı oldu ama futbolun sadece bi hobi olmadığına benim gibi milyonlarca manyağın yaşama amacı olduğuna inanmışsınızdır artık, bir topun peşinden koşan 22 kişinin aslında milyonlarca kişi olduğunu biliyorsunuz. Bilmiyorum kapitalizme yenilen bu futbol dünyasında modernleşen futbolda benim gibi milyon kişi kaldı mı biraz büyük sallamış olabilirim ama ziyanı yok ne de olsa biz hepinize bedeliz :)

30 Eylül 2014 Salı

Şampiyonlar Ligi

Şu yazı belki de çok gereksiz bir yazı olacak ama, buraya yazmazsak ne anlamı var benim kullanıcı adımı taşıyan not defteri gibi bir şey neticede bu... Neyse direk konuya gireyim, bilmem dikkatinizi çekti mi son yıllarda Şampiyonlar Ligi'nin havasında ciddi bir düşüş var. O atmosferi kaybetti...

Hatırlıyorum eskiden o efsanevi müzik çalınca tüyler diken diken yerinde duramazdık, STAR verirdi maçları( gerçi hala o ama TMSF bilmem ne STAR bile aynı değil sanki artık...) 21.45'de salı-çarşamba hayat dururdu. Okulda bütün gün muhabetti yapılır, uyumamak için annelerden izin alınırdı. Şimdi büyüdük uyuma derdi yok, lakin o çocukluğumuzdaki Şampiyonlar Ligi'de yok...

Şampiyonlar Ligi diyince akla, Raul gelirdi. En kötü döneminde bile devler arenasını boş geçmezdi kaptan, çok severdi orayı bağdaşırdı. Grup maçı ya da final fark etmez her şekilde golü atardı... Inzaghi vardı bir de coşkulu İtalyan, Raul çok daha mütevaziydi onun yanında gol atınca o kadar sevinmezdi... Oysa Pippo ellerini iki yana açar, çılgınlar gibi koşuşturudu ister finalde atsın ister ön elemede... Pippo için gol goldür 5-0'ı 6-0 yapan gole de aynı sevinir 90. dakika da attığı şampiyonluk golüne... Bir de balkanların gürleyen sesi Shevchenko vardı... Sheva7 vs Raul7 çok güzel kapışma metası... Şimdi ki gibi boş muhabbet de değil üstelik, mütevazi adamlar takımlarının santraforları Raul'ün ekstarsı kaptan ama asla takımın en önemli silahı değil aksine hep santrafordan uzaklaştırılan yeri gelince ön liber oynatılan takımın ruhu... Bir de Hollandalı vardı eh tabi, bir İspanyol bir İtalyan bir Balkan olurda Hollandalı olmaz mı, vardı işte; Ruud van Nistelrooy... Ceza sahası golcüsünün tanımlarından birisiydi. United'da muhteşem yıllar geçirdi... Ardından 30 yaşında sakat diye satıldı Madrid'e gittiğinde soru işaretleri çok büyüktü üzerinde ama o en iyi bildiği işi yaptı gol attı.. Sakatlıklarla ne kadar boğuşsa da muhteşem bir performans tutturdu Madrid'de ve Real'in şimdiye göre aşırı mütevazi kadrosunda 2 sene üst üste şampiyonluk yaşadı. Ondan sonra sakatlıklar iyice peşine düştü ve kariyeri çöküşe geçti. Bunlar sadece Şampiyonlar Ligi diyince akla gelen golcülerdi, şimdi öyle bir golcü yok...

Bir de Şampiyonlar Ligi özel programı vardı, efsane! Her hafta sonu iple çekilir televizyon başında izlenilen izlenilmeyen her maçın özeti izlenir Sabri Ugan'ın o çok tatlı yorumuyla daha da bir keyif verirdi. Artık özel kanallar özetleri veriyor, iki üç tane bazen Avrupa Futbolundan bi haber yorumcuyu oraya oturtuyor, gereksiz ve anlamsız analizlere girişiyorlar... Futbolun ruhu nerede kaldı abiler ? Şampiyonlar Ligi müziği duyunca tüyleri diken diken olmayan adamın dediklerini niye kaale alayım ben, hangi mantık 2002 de Zidane o golü atınca sevinçten zıplayan çocuğun gözündeki mutluluğu anlatabilir ? Futbol bazen hayata eşittir ama onun dışında hayattan çok daha önemli bir şeydir...

22 Eylül 2014 Pazartesi

"Takım abiliği"

Çok uzun bir giriş yazısı yazmayacağım, zaten pek takipçi de yok.... Böyle aklıma gelen konuları buraya yazıyorum ilerde bulması kolay olsun. Futbol'da her şey saha içinde sonuçlanır, lakin her şeyin başladığı yer orası değildir. Klasik bir deyim vardır; Takım olmak aile olmak gibidir. Bu takımların babaları bazen başkanlar bazense aşırı özverili teknik direktörlerdir. Bu takımların bir de abileri vardı, ki bu abiler takımda zaman zaman hocadan, başkandan daha ön plana çıkar, daha fazla sözü geçer. İşte bu abilerle ilgili bir şeyler yazmaya çalışacağım...

Hepinizin malumu Türkiye'de son 10 senedir bir Selçuk Şahin gerçeği var, sokakta hangi takımlı olursa olsun önünüze gelene sorun Selçuk Şahin Fenerbahçe'de oynuyorsa ben de oynarım der. O iş o kadar kolay olsaydı, Selçuk Şahin 10 senedir bu takımda kalmazdı... Selçuk'un saha içindeki performansı iyi kötü bir kenarda dursun, Selçuk ve benzerlerinin takımlarında saha içi performansından çok daha büyük rolleri vardır. Takımı bir arada tutan abi gibidir bunlar, takımın yıldızıyla kankadır, altyapıdaki genç yeteneğin abisidir, herkes sever takımda, herkes sayar. Takıma yeni oyuncu alırsınız, maaşı fazla olur başka oyuncular surat asar, bu abiler gider o adamı alır takımla kaynaştırır, takımın bi parçası yapar. Çünkü onlar nerede oynadıklarını bilirler, takımlarına, taraftarlarına, amblemlerine, işlerine çok büyük saygı duyarlar. Mütevazidirler, en çok onlar suçlanır, ama en çok onlar sorumluluk alır...

Kalite olarak aralarında uçurum olsa da benzer bir örnek Real Madrid'de Arbeloa için var... Sürekli eleştiriliyor, yerine adam aranıyor Carvajal geldi o gider Lahm gelir, o gelir bu gelir, fark etmez Arbeloa için o çalışmaya devam eder, çünkü Real Madrid'de oynadığının bilincindedir, takıma aşıktır, taraftara saygılıdır. Her gün idmanda işini yapar, sahaya çıkar elinden geleni yapar, yeteneğini sorgulayabilirsiniz evet ama mücadelesini asla, bir gün olsun yedek kalınca küsmez, futbola aşıktır, bu işi layığıyla yapar...

Bazen de bu abilik takımın liderliğiyle ve yetenekle birleşir o zaman çok üst örneklerle karşılaşıyoruz zaten. Maldini, Hierro, Raul, Del Piero, daha sayılacak bir sürü örnek var, kaptanlığı, adamlığı ve abiliği bir arada sentezleyip üstüne mevkilerinin üstün yeteneklerini ekleyip takımın vazgeçilmezi olurlar, İspanya kralının deyimiyle ; "Raul Madrid" olurlar...

Neyse, çoğu insan bana katılmayacaktır yine, "Selçuk'un ne işi var lan Fener'de beni koysan daha iyi oynarım" diyeceklerdir, varsın desinler. 10 senedir onların beğendiği nice adamlar geldi geçti bu futboldan hangisini hatırlıyorlar, formalarını aldıkları adamlar 3 seneye kalmadan giderken, Selçuk hala burada oyuna sonradan girip göz kırpıyor onlara, bakın ben hala Fenerbahçe de futbol oynuyorum siz bir türlü gelemediniz ama :)

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Ne yaptınız lan siz benim hayatımın anlamına ?!

Beyler, eğri oturup doğru konuşalım. Futbol artık eskisi kadar keyif vermiyor... Niye vermiyor lan spor aynı spor top hala yuvarlak kaleler 7 metre 15santim, ne değişti oğlum bu sporda niye artık 35 metreden Hagi vurunca gooooooooooool diye bağıran nesil Dünya Kupasında elinde çekirdek meeeh maç bitse de film izlesek moduna geçti ? Ne yaptınız lan benim hayatımın anlamına siz....

Sorunun ilk kaynağı futbolcular, artık öyle mükemmel adamlar yok, 10 numara dediğimiz futbolu futbol yapan o estetik allahım pasa bak, nası koydu 90’a vay anasını sayın seyirciler diyeceğimiz adamlar yok, C.Ronaldo var her yerde şampuan reklamından iç çamaşırı bilboarduna, Messi var her yerde uzaylılarla mücadeleden havayolu şirketine. Eskiden yıldız oyuncu öyle 2 tane olmazdı her takımda en az 2 tane olurdu. Şimdi bitmiş gözüyle baktığınız o küçümsediğiniz hor gördüğünüz İtalyan takımlarında varya peheeeeeeey rüyalarınızı süsleyen adamlar oynardı. Rui Costa, Batistuta, Shevchenko, Boban, Recoba, Veron, Davids, Almeyda, Fenomen Ronaldo daha sayayım mı ? Gerek yok şu isimlere bakınca ağzınızın suyu akıyordur akmıyorsa zaten yaşınız ufaktır ve futbol adına pek bir şey görmemişsinizdir üzüldüm adınıza... Batigol 30 metreden vurup ağları deldi mi delmedi mi diye bakarken ne oldu da Borriello’ları izlemeye mecbur kaldık biz ? Redondo Berg’e hayatının kabusunu yaşatırken, nasıl oldu da sadece top kapıp yandaki adama veren adamlara Milyonlarca € verir hale geldik ?  Tekrar soruyorum, ne yaptınız lan siz benim hayatımın anlamına ?!



Sorunun ikinci kaynağı, küresel ısınma değil tabi ki sorunun ikinci kaynağı futbolu, sporluktan çıkarıp sanayi haline getiren para babaları, Arap'ıyla Rus'uyla, İspanyol'uyla, Katalan'ıyla, osuyla busuyla, rezil ettiniz lan sporu. 2006 da İtalya şampiyon olunca Lippi’yi döverek seven Gattuso’nun oynadığı oyundu lan bu 100 milyon Eurolar ne ? Ne yapıyorsunuz siz, Boban’ın polise attığı uçan tekmeyle Hırvatistan’ın özgürlük harekatını başlattığı oyundan bahsediyoruz, milyonlarca Euroluk adamların ayağına üf olcak diye çekinen bi oyundan değil. Ulan Perez bunların başı sensin, yatacak yerin yok. Marka değeri yok diye Makalele’leri yollayıp, Başkan sen ne yapıyorsun biz Del Bosque ile çok başarılı olduk diyen Hierro’yu kovup(ki Del Bosque sonradan Di Stefano’nun cenazesine bile gelmeyerek “adam”lığını gösterdi, ne kadar popülist bir adam olduğunu belli etti) Forma satışı için Beckham’lara milyon dolarlar ödedin. Ondan sonra yandı gülüm keten helva 2003 de Rusya’dan canı sıkılan bi adam çıktı İngiltere’nin en köklü takımlarından Chelsea’yi aldı, sonra önüne geleni topladı oraya, aldığı adamların %90ı da elinde patladı. Serie A da golcü bırakmadı imansız herif, Mutu,Shevchenko,Crespo hepsi birden alınır mı doymadı adam doyamadı... Futbol tamamen bi para döngüsü içine girince parayla ve başka bişeyle oynamayı çok seven Araplarda işe hemen ŞÜKRAN ŞÜKRAN diye dahil oldu bi sürü takım aldılar batırdılar, katl ettiler, rezil ettiler futbolu mındar ettiler kısaca, sizinde yatacak yeriniz yok petrol bağımlısı neyse ağzımı bozmayacam.




Sorunun üçüncü kaynağı taraftar, NEREDE O ESKİ ULTRAS ? CURVA NORD ? CURVA SUD ? Yönetimlerin bu paracı tutumu taraftarı da mahvetti, müşteri gözüyle bakmaya başladılar taraftara kombine/bilet alan forma alan atkı alan müşteriler, futbolu da bir tiyatro yaptılar, hayır efendim futbol tiyatro felan değildir futbol kavgadır, futbol hayatın ta kendisidir hatta çoğu zaman hayattan bile daha ötededir. Figo’ya domuz kafası atan Barcelona taraftarı vardı onları bile özlüyor lan insan, San Siro ya da Giuseppe Meazza’yı yakan Milan-Inter taraftarını özlüyor insan, hooray hooray vuhuy vuhuy yeeeeeeeeoy yeeeeeeeeeoy diye tepki veren İngiliz taraftarı zihniyeti her yerimizi sardı, koltuğunda oturup bira içip maç izleyen adamlar futbolu kavgadan çok tiyatro yaptı. Hadi enteller şimdi konuşur modernizim, kültürel bilmemneler, insani değerler, artık şiddet olmasın saha içinde el ele tutuşup öpüşsünler, tribünlerde dostluk kardeşlik. E ABİCİM SİZ ÖYLE DİYE DİYE FUTBOL BU HALE GELDİ ? Memnun musunuz şimdi futbolun bu halinden ? Sinirlenip topu ısıran futbolculara tü kaka, sahada mücadele etmeyip iki fair play hareketi yapan adama VAOOOOOOV diye diye bu hale geldik, Fair Play’in hasını Di Canio zamanında göstermedi mi size ? Hemde futbolunuzun beşiği İngiltere’de. Bize daha çok Gattuso lazımken siz suni kahramanlar yaratıp futbolu tiyatro yapmaya çalıştınız, gelinen nokta ortada. Futbol taraftarın ateşiyle, futbolcunun hırsıyla, 10 numarasının yeteneğiyle güzel. Şirketiyle, borsasıyla, müşterisiyle değil... Biz burada ne kadar yazsak boş artık, işçi sınıfının kurtarıcısı futbol, elit sınıfın şovu haline gelmiş... Metin Kurt üstadın dediği gibi: Futbol arsada güzeldir, borsada değil... 

21 Şubat 2014 Cuma

"Çek" Bir Şampiyonlar Ligi !


Sene 2005 aylardan Mayıs liglerin bazıları bitmiş bazıları bitti bitecek şampiyonlar hemen hemen belli, küme düşenler belli olacak. Liverpool ligde beklenen yeri alamamış, fakat Şampiyonlar Liginde finale çıkmış...

Final maçından bir kaç gün önce Liverpool yöneticileri o sezon çok fazla forma şansı bulmamış, takımın emektarlarından Smicer'i kulübe çağırıyor. Sezon sonu sözleşmesi bitecek olan Smicer ile sözleşme yenilemeyeceklerini kendisinin sezon sonundan itibaren bonservisi elinde bir futbolcu olacağını söylüyorlar. Durumun bilincinde olan Smicer içindeki buruklukla antrenman tesisine doğru yola çıkıyor...



25 Mayıs 2005 de, İstanbul da kimsenin tarihe bu denli kazınacağını bilemeyeceği finalde Smicer yedek kulübesinde başlıyor maça. Dakika 1 de Maldini golü atıyor İtalyanlar çıldırıyor, Liverpool için aksilikler peş peşe geliyor 23.dakika da nam-ı değer "OZ büyücüsü" Harry Kewell sakatlanıyor ve yerine sene sonunda takımdan ayrılacağını bilen 11 numara Vladimir Smicer giriyor. Liverpool için ilk yarı hiç iyi gitmiyor. Crespo 39. ve 44. dakikalarda 2 kere ağları havalandırırken skorborda ilk yarı bitmeden 3-0'ı yazıyor...



2. Yarı hem Liverpool hem Smicer hem de tüm futbol seyircileri için unutulmazdı. İlk yarıdaki tüm olumsuzluklara rağmen Liverpool fırtına gibi başlıyor. 54 de Riise kesiyor, kaptan kafayı vuruyor top ağlara gidiyor 3-1... 2 dakika sonra belki de futbol tarihinin en dramatik en buruk gollerinden birisi geliyor. Hamann dan aldığı topu önce kontrol eden, Vladimir yerden sert vuruyor Dida'nın müdahalesine rağmen 2 dakika da 2. golü bulan Liverpool bir volkan gibi patlıyor. Golden sonra Smicer'in kollarını açıp var gücüyle bağırarak Inzaghi'ye nispet yaparcasına koşması Smicer'in, Liverpool'un bu muhteşem geri dönüşe ne kadar inandığını gösteriyor. Yine 2 dakika sonra Gattuso bir penaltı yapıyor, topun gerisine maestro Xabi Alonso geliyor yerden köşeye vuruyor,Dida kurtarıyor döneni tamamlıyor ve Skor 6 dakika gibi bir sürede 3-3'e geliyor...



Daha sonra uzatmalara giden maçta başka gol olmuyor ve penaltı atışlarına geçiliyor. İlk penaltıyı Serginho kaçırıyor, Liverpool'dan Hamann golü atıyor. Daha sonra Pirlo da Milan adına penaltıdan yararlanamıyor, Liverpool da ise oyuna 85. dakika da giren Cisse penaltıyı atıyor durum 2-0 oluyor. 3. Penaltıyı Tomasson affetmiyor, Liverpool da ise Riise golü bulamıyor skor 2-1.Milan da Kaka penaltıyı atıyor skor bir anda 2-2 oluyor.  Liverpool adına en kritik penaltıda topun gerisine gelen isim ise; Smicer ! Sezon sonunda takımda olmayacağı kesin olan, maçtan yaklaşık 1 hafta önce yöneticiler tarafından kadroda düşünülmediği açıklanan Smicer Liverpool'un tarihini yazmak için topun gerisine geliyor! Ve görevini layıkıyla yerine getiriyor 3-2. Milan'ın son penaltısını 2 sezon önce Juventus karşısında yine son penaltıyı atan Shevchenko kullanıyor lakin bu kez golü yapamıyor ve Liverpool tarihin en büyük zaferlerinden birisine İstanbul da Olimpiyat stadında 70.000 kişinin canlı şahitliği huzurunda imza atıyor.



Sezon sonu Smicer kendisine  söylendiği gibi takımdan ayrılıyor ve Fransız ekibi Bordeaux'un yolunu tutuyor orda 2 sezon oynadıktan sonra futbola başladığı Slavia Prag'a geri dönüp futbol hayatını noktalıyor. Bir röportajında hayatındaki en ilginç anıyı 2005 Finali olarak nitelendiriyor (Tahmin edebileceğiniz gibi) lakin hiç bilmediğiniz bu açıdan, şimdi kendinizi Smicer yerine koyup bir düşünün siz olsanız ne yapardınız?