23 Ekim 2014 Perşembe

Futbol...

Futbol... Dünyanın en pahalı hobisi deniyor onun için. Kesinlikle eminim ki futbol hobi falan değil, yaşama dair her şeyin ta kendisi!

Diyeceksiniz ki hayatını futboldan mı kazanıyorsun lakin olay maddiyatın çok ötesinde... Futbol bir top 22 oyuncu 2 kale direği ve belli başlı çizgiler ile oynanan basit bi eğlence değil. Futbol bir tutku, bir aşk. Sadece tek bir takımın körü körüne fanatizmi yapılarak anlaşılabilecek bir sevgi de değil futbol. Elbette ben de takım tutuyorum, delicesine seviyorum ama bu at gözlüğü ile olaylara bakmayı gerektirmez. (Tamam bazı takımlardan cidden hiç haz etmiyorum) Ne zaman bir maç görsem, nasıl bir maç olursa olsun ister Şampiyonlar Ligi finali, ister La Liga'da orta sıra mücadelesi, kendimi sahada hissederim. Topu alan her oyuncu da bulurum kendimi, sağa sola bakarım nereye nasıl oynayacağını söylerim hatta çoğu zaman sesli yaparım bunu, herhalde genellikle tek başıma maç izleme nedenim de budur... Futbolda her şeyi anlayabilirim ama bir futbolcunun mücadele etmemesini asla anlayamam. Çünkü benim için dünyanın en büyük hayaliydi futbolcu olmak, olamadık. Oraya gelmiş bir insanın hele ki üzerinde vitrinde görünce bile tüyleri diken diken eden bir forma varken ruhsuz oynaması çileden çıkartır beni. Bazı oyuncular hak etmezler giydikleri formaları, bazıları ise asla hak ettikleri değeri görmezler...

İngiltere'de yağmurlu bir maç düşünün zemin çamur olmuş dakika 88 öyle büyük takımlar değil. West Bromwich içeride Sunderland ile oynuyor WBA atak geliştiriyor, sol tarafa zorla yalpa yalpa gidiyor top, oradan sol bek bir orta kesiyor, top karambolde arka direkte bulunan ön liberoya geliyor düşerek zor da olsa vuruyor ve top ağlarla buluşuyor.  O an futboldaki mucizelerden biridir ve futbol her zaman mucizelerle dolu bir oyundur. Sadece düşünün o anki stadın atmosferini toprak kokusunu, yağmurdan sırılsıklam olmuş bir baba oğul kale arkasında deli gibi zıplıyor, deplasman tribününde Sunderland'in işçi sınıfı taraftarı küfrediyor şanslarına. Gözünüzün önünde canlanmıyor mu ? Kusura bakmayın o zaman futbola deli gibi yani en azından benim gibi aşık değilsiniz.

İtalyan futbolunu çok severim, nedeni sanıyorum ki çocukluğumdaki muhteşem futbol takımlarından ve klasın da ötesindeki futbolcularından kaynaklanıyor. O Parma'nın efsane kadrosu, muhteşem Lazio, Cesar Manuel "Kısa Tozluk" Rui Costa, Batigol liste uzar gider. Lakin çocukken beni en çok etkileyen ve büyüleyen takım Real Madrid olmuştu. Belki heybetine kapılmıştım Real'in. Çok büyüktü, öyle transfer büyüklüğü de değildi o zamanlar. Kaptan Hierro vardı, ve hayatımı değiştiren belki de beni futbola böyle aşık eden Raul vardı... Raul için ayrı ayrı bir milyon tane yazı yazabilirim ama hala ona olan hislerimi tamamen anlatamam. O yüzden bu yazıyı onunla doldurmamak için bu kadar deyip kesiyorum.

Ayrıca futbolda "Slav" oyunculara karşı da ciddi bir hayranlığım vardır. Balkanlardan çıkacak her futbolcu, 35 metreden çatala takma potansiyeli taşıyacağından hep bir hayranlık duymuşumdur. Öyle ki günümüzde futbolun koşmakla karıştırıldığı çağlarda yaşıyoruz, ki futbolun özüne çok büyük bir ihanettir bu. Futbol koşma değil(koşmaktan kastım mücadele etmemek değil, her futbolcunun mücadele şekli farklıdır) yetenek işi olduğunu bir türlü öğrenemiyoruz. Son Galatasaray-Fenerbahçe maçı bize bunu çok güzel örneklendirdi... Böyle bir sürü örnek vardır dünya üzerinde, işte bu yetenek Slav oyuncularda sıkça bulunurdu. Biraz agresif bazen deli dolu ama hep içlerinde bir tutku vardır oynarken, hakeme itirazları, topa sert girişleri, rakibe sataşmaları, tribünleri gaza getirmeleri vesaire... Üzerlerine bir de yetenek eklenmiş bu oyuncular, maçın kaderini çokca değiştirmişlerdir. Bu topraklarda büyük işler başarmış Hagi'den örnek vermek istiyorum. Hanginiz Hagi'nin 30 metrelerden o sol ayağıyla attığı golleri unuttunuz ki ? Hanginiz Hagi'ye hayran olmadınız tuttuğunuz takım ya da Hagi'nin sonra ki kariyeri önemli değil. Bilbao maçında top çift falso alırken hanginiz EOOOOOOOOV diye tepki vermedi ? Futbolun o anlarını unutup, futbolculara aşırı kilolu diye haber yapıp işi maraton yarışına çevirenler hangileriniz? İnsanlar koşu izlemek isteselerdi, Maraton yarışları bugün futbolun yerini alırdı ama bugün dünyanın en önemli olayı futbol, hatta o kadar önemli ki yeri geldiğinde ülkelerin ekonomilerini ,politikasını, hatta ve hatta sınırlarını bile etkiliyor futbol...

Eh uzun bi yazı oldu ama futbolun sadece bi hobi olmadığına benim gibi milyonlarca manyağın yaşama amacı olduğuna inanmışsınızdır artık, bir topun peşinden koşan 22 kişinin aslında milyonlarca kişi olduğunu biliyorsunuz. Bilmiyorum kapitalizme yenilen bu futbol dünyasında modernleşen futbolda benim gibi milyon kişi kaldı mı biraz büyük sallamış olabilirim ama ziyanı yok ne de olsa biz hepinize bedeliz :)

30 Eylül 2014 Salı

Şampiyonlar Ligi

Şu yazı belki de çok gereksiz bir yazı olacak ama, buraya yazmazsak ne anlamı var benim kullanıcı adımı taşıyan not defteri gibi bir şey neticede bu... Neyse direk konuya gireyim, bilmem dikkatinizi çekti mi son yıllarda Şampiyonlar Ligi'nin havasında ciddi bir düşüş var. O atmosferi kaybetti...

Hatırlıyorum eskiden o efsanevi müzik çalınca tüyler diken diken yerinde duramazdık, STAR verirdi maçları( gerçi hala o ama TMSF bilmem ne STAR bile aynı değil sanki artık...) 21.45'de salı-çarşamba hayat dururdu. Okulda bütün gün muhabetti yapılır, uyumamak için annelerden izin alınırdı. Şimdi büyüdük uyuma derdi yok, lakin o çocukluğumuzdaki Şampiyonlar Ligi'de yok...

Şampiyonlar Ligi diyince akla, Raul gelirdi. En kötü döneminde bile devler arenasını boş geçmezdi kaptan, çok severdi orayı bağdaşırdı. Grup maçı ya da final fark etmez her şekilde golü atardı... Inzaghi vardı bir de coşkulu İtalyan, Raul çok daha mütevaziydi onun yanında gol atınca o kadar sevinmezdi... Oysa Pippo ellerini iki yana açar, çılgınlar gibi koşuşturudu ister finalde atsın ister ön elemede... Pippo için gol goldür 5-0'ı 6-0 yapan gole de aynı sevinir 90. dakika da attığı şampiyonluk golüne... Bir de balkanların gürleyen sesi Shevchenko vardı... Sheva7 vs Raul7 çok güzel kapışma metası... Şimdi ki gibi boş muhabbet de değil üstelik, mütevazi adamlar takımlarının santraforları Raul'ün ekstarsı kaptan ama asla takımın en önemli silahı değil aksine hep santrafordan uzaklaştırılan yeri gelince ön liber oynatılan takımın ruhu... Bir de Hollandalı vardı eh tabi, bir İspanyol bir İtalyan bir Balkan olurda Hollandalı olmaz mı, vardı işte; Ruud van Nistelrooy... Ceza sahası golcüsünün tanımlarından birisiydi. United'da muhteşem yıllar geçirdi... Ardından 30 yaşında sakat diye satıldı Madrid'e gittiğinde soru işaretleri çok büyüktü üzerinde ama o en iyi bildiği işi yaptı gol attı.. Sakatlıklarla ne kadar boğuşsa da muhteşem bir performans tutturdu Madrid'de ve Real'in şimdiye göre aşırı mütevazi kadrosunda 2 sene üst üste şampiyonluk yaşadı. Ondan sonra sakatlıklar iyice peşine düştü ve kariyeri çöküşe geçti. Bunlar sadece Şampiyonlar Ligi diyince akla gelen golcülerdi, şimdi öyle bir golcü yok...

Bir de Şampiyonlar Ligi özel programı vardı, efsane! Her hafta sonu iple çekilir televizyon başında izlenilen izlenilmeyen her maçın özeti izlenir Sabri Ugan'ın o çok tatlı yorumuyla daha da bir keyif verirdi. Artık özel kanallar özetleri veriyor, iki üç tane bazen Avrupa Futbolundan bi haber yorumcuyu oraya oturtuyor, gereksiz ve anlamsız analizlere girişiyorlar... Futbolun ruhu nerede kaldı abiler ? Şampiyonlar Ligi müziği duyunca tüyleri diken diken olmayan adamın dediklerini niye kaale alayım ben, hangi mantık 2002 de Zidane o golü atınca sevinçten zıplayan çocuğun gözündeki mutluluğu anlatabilir ? Futbol bazen hayata eşittir ama onun dışında hayattan çok daha önemli bir şeydir...

22 Eylül 2014 Pazartesi

"Takım abiliği"

Çok uzun bir giriş yazısı yazmayacağım, zaten pek takipçi de yok.... Böyle aklıma gelen konuları buraya yazıyorum ilerde bulması kolay olsun. Futbol'da her şey saha içinde sonuçlanır, lakin her şeyin başladığı yer orası değildir. Klasik bir deyim vardır; Takım olmak aile olmak gibidir. Bu takımların babaları bazen başkanlar bazense aşırı özverili teknik direktörlerdir. Bu takımların bir de abileri vardı, ki bu abiler takımda zaman zaman hocadan, başkandan daha ön plana çıkar, daha fazla sözü geçer. İşte bu abilerle ilgili bir şeyler yazmaya çalışacağım...

Hepinizin malumu Türkiye'de son 10 senedir bir Selçuk Şahin gerçeği var, sokakta hangi takımlı olursa olsun önünüze gelene sorun Selçuk Şahin Fenerbahçe'de oynuyorsa ben de oynarım der. O iş o kadar kolay olsaydı, Selçuk Şahin 10 senedir bu takımda kalmazdı... Selçuk'un saha içindeki performansı iyi kötü bir kenarda dursun, Selçuk ve benzerlerinin takımlarında saha içi performansından çok daha büyük rolleri vardır. Takımı bir arada tutan abi gibidir bunlar, takımın yıldızıyla kankadır, altyapıdaki genç yeteneğin abisidir, herkes sever takımda, herkes sayar. Takıma yeni oyuncu alırsınız, maaşı fazla olur başka oyuncular surat asar, bu abiler gider o adamı alır takımla kaynaştırır, takımın bi parçası yapar. Çünkü onlar nerede oynadıklarını bilirler, takımlarına, taraftarlarına, amblemlerine, işlerine çok büyük saygı duyarlar. Mütevazidirler, en çok onlar suçlanır, ama en çok onlar sorumluluk alır...

Kalite olarak aralarında uçurum olsa da benzer bir örnek Real Madrid'de Arbeloa için var... Sürekli eleştiriliyor, yerine adam aranıyor Carvajal geldi o gider Lahm gelir, o gelir bu gelir, fark etmez Arbeloa için o çalışmaya devam eder, çünkü Real Madrid'de oynadığının bilincindedir, takıma aşıktır, taraftara saygılıdır. Her gün idmanda işini yapar, sahaya çıkar elinden geleni yapar, yeteneğini sorgulayabilirsiniz evet ama mücadelesini asla, bir gün olsun yedek kalınca küsmez, futbola aşıktır, bu işi layığıyla yapar...

Bazen de bu abilik takımın liderliğiyle ve yetenekle birleşir o zaman çok üst örneklerle karşılaşıyoruz zaten. Maldini, Hierro, Raul, Del Piero, daha sayılacak bir sürü örnek var, kaptanlığı, adamlığı ve abiliği bir arada sentezleyip üstüne mevkilerinin üstün yeteneklerini ekleyip takımın vazgeçilmezi olurlar, İspanya kralının deyimiyle ; "Raul Madrid" olurlar...

Neyse, çoğu insan bana katılmayacaktır yine, "Selçuk'un ne işi var lan Fener'de beni koysan daha iyi oynarım" diyeceklerdir, varsın desinler. 10 senedir onların beğendiği nice adamlar geldi geçti bu futboldan hangisini hatırlıyorlar, formalarını aldıkları adamlar 3 seneye kalmadan giderken, Selçuk hala burada oyuna sonradan girip göz kırpıyor onlara, bakın ben hala Fenerbahçe de futbol oynuyorum siz bir türlü gelemediniz ama :)

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Ne yaptınız lan siz benim hayatımın anlamına ?!

Beyler, eğri oturup doğru konuşalım. Futbol artık eskisi kadar keyif vermiyor... Niye vermiyor lan spor aynı spor top hala yuvarlak kaleler 7 metre 15santim, ne değişti oğlum bu sporda niye artık 35 metreden Hagi vurunca gooooooooooool diye bağıran nesil Dünya Kupasında elinde çekirdek meeeh maç bitse de film izlesek moduna geçti ? Ne yaptınız lan benim hayatımın anlamına siz....

Sorunun ilk kaynağı futbolcular, artık öyle mükemmel adamlar yok, 10 numara dediğimiz futbolu futbol yapan o estetik allahım pasa bak, nası koydu 90’a vay anasını sayın seyirciler diyeceğimiz adamlar yok, C.Ronaldo var her yerde şampuan reklamından iç çamaşırı bilboarduna, Messi var her yerde uzaylılarla mücadeleden havayolu şirketine. Eskiden yıldız oyuncu öyle 2 tane olmazdı her takımda en az 2 tane olurdu. Şimdi bitmiş gözüyle baktığınız o küçümsediğiniz hor gördüğünüz İtalyan takımlarında varya peheeeeeeey rüyalarınızı süsleyen adamlar oynardı. Rui Costa, Batistuta, Shevchenko, Boban, Recoba, Veron, Davids, Almeyda, Fenomen Ronaldo daha sayayım mı ? Gerek yok şu isimlere bakınca ağzınızın suyu akıyordur akmıyorsa zaten yaşınız ufaktır ve futbol adına pek bir şey görmemişsinizdir üzüldüm adınıza... Batigol 30 metreden vurup ağları deldi mi delmedi mi diye bakarken ne oldu da Borriello’ları izlemeye mecbur kaldık biz ? Redondo Berg’e hayatının kabusunu yaşatırken, nasıl oldu da sadece top kapıp yandaki adama veren adamlara Milyonlarca € verir hale geldik ?  Tekrar soruyorum, ne yaptınız lan siz benim hayatımın anlamına ?!



Sorunun ikinci kaynağı, küresel ısınma değil tabi ki sorunun ikinci kaynağı futbolu, sporluktan çıkarıp sanayi haline getiren para babaları, Arap'ıyla Rus'uyla, İspanyol'uyla, Katalan'ıyla, osuyla busuyla, rezil ettiniz lan sporu. 2006 da İtalya şampiyon olunca Lippi’yi döverek seven Gattuso’nun oynadığı oyundu lan bu 100 milyon Eurolar ne ? Ne yapıyorsunuz siz, Boban’ın polise attığı uçan tekmeyle Hırvatistan’ın özgürlük harekatını başlattığı oyundan bahsediyoruz, milyonlarca Euroluk adamların ayağına üf olcak diye çekinen bi oyundan değil. Ulan Perez bunların başı sensin, yatacak yerin yok. Marka değeri yok diye Makalele’leri yollayıp, Başkan sen ne yapıyorsun biz Del Bosque ile çok başarılı olduk diyen Hierro’yu kovup(ki Del Bosque sonradan Di Stefano’nun cenazesine bile gelmeyerek “adam”lığını gösterdi, ne kadar popülist bir adam olduğunu belli etti) Forma satışı için Beckham’lara milyon dolarlar ödedin. Ondan sonra yandı gülüm keten helva 2003 de Rusya’dan canı sıkılan bi adam çıktı İngiltere’nin en köklü takımlarından Chelsea’yi aldı, sonra önüne geleni topladı oraya, aldığı adamların %90ı da elinde patladı. Serie A da golcü bırakmadı imansız herif, Mutu,Shevchenko,Crespo hepsi birden alınır mı doymadı adam doyamadı... Futbol tamamen bi para döngüsü içine girince parayla ve başka bişeyle oynamayı çok seven Araplarda işe hemen ŞÜKRAN ŞÜKRAN diye dahil oldu bi sürü takım aldılar batırdılar, katl ettiler, rezil ettiler futbolu mındar ettiler kısaca, sizinde yatacak yeriniz yok petrol bağımlısı neyse ağzımı bozmayacam.




Sorunun üçüncü kaynağı taraftar, NEREDE O ESKİ ULTRAS ? CURVA NORD ? CURVA SUD ? Yönetimlerin bu paracı tutumu taraftarı da mahvetti, müşteri gözüyle bakmaya başladılar taraftara kombine/bilet alan forma alan atkı alan müşteriler, futbolu da bir tiyatro yaptılar, hayır efendim futbol tiyatro felan değildir futbol kavgadır, futbol hayatın ta kendisidir hatta çoğu zaman hayattan bile daha ötededir. Figo’ya domuz kafası atan Barcelona taraftarı vardı onları bile özlüyor lan insan, San Siro ya da Giuseppe Meazza’yı yakan Milan-Inter taraftarını özlüyor insan, hooray hooray vuhuy vuhuy yeeeeeeeeoy yeeeeeeeeeoy diye tepki veren İngiliz taraftarı zihniyeti her yerimizi sardı, koltuğunda oturup bira içip maç izleyen adamlar futbolu kavgadan çok tiyatro yaptı. Hadi enteller şimdi konuşur modernizim, kültürel bilmemneler, insani değerler, artık şiddet olmasın saha içinde el ele tutuşup öpüşsünler, tribünlerde dostluk kardeşlik. E ABİCİM SİZ ÖYLE DİYE DİYE FUTBOL BU HALE GELDİ ? Memnun musunuz şimdi futbolun bu halinden ? Sinirlenip topu ısıran futbolculara tü kaka, sahada mücadele etmeyip iki fair play hareketi yapan adama VAOOOOOOV diye diye bu hale geldik, Fair Play’in hasını Di Canio zamanında göstermedi mi size ? Hemde futbolunuzun beşiği İngiltere’de. Bize daha çok Gattuso lazımken siz suni kahramanlar yaratıp futbolu tiyatro yapmaya çalıştınız, gelinen nokta ortada. Futbol taraftarın ateşiyle, futbolcunun hırsıyla, 10 numarasının yeteneğiyle güzel. Şirketiyle, borsasıyla, müşterisiyle değil... Biz burada ne kadar yazsak boş artık, işçi sınıfının kurtarıcısı futbol, elit sınıfın şovu haline gelmiş... Metin Kurt üstadın dediği gibi: Futbol arsada güzeldir, borsada değil... 

21 Şubat 2014 Cuma

"Çek" Bir Şampiyonlar Ligi !


Sene 2005 aylardan Mayıs liglerin bazıları bitmiş bazıları bitti bitecek şampiyonlar hemen hemen belli, küme düşenler belli olacak. Liverpool ligde beklenen yeri alamamış, fakat Şampiyonlar Liginde finale çıkmış...

Final maçından bir kaç gün önce Liverpool yöneticileri o sezon çok fazla forma şansı bulmamış, takımın emektarlarından Smicer'i kulübe çağırıyor. Sezon sonu sözleşmesi bitecek olan Smicer ile sözleşme yenilemeyeceklerini kendisinin sezon sonundan itibaren bonservisi elinde bir futbolcu olacağını söylüyorlar. Durumun bilincinde olan Smicer içindeki buruklukla antrenman tesisine doğru yola çıkıyor...



25 Mayıs 2005 de, İstanbul da kimsenin tarihe bu denli kazınacağını bilemeyeceği finalde Smicer yedek kulübesinde başlıyor maça. Dakika 1 de Maldini golü atıyor İtalyanlar çıldırıyor, Liverpool için aksilikler peş peşe geliyor 23.dakika da nam-ı değer "OZ büyücüsü" Harry Kewell sakatlanıyor ve yerine sene sonunda takımdan ayrılacağını bilen 11 numara Vladimir Smicer giriyor. Liverpool için ilk yarı hiç iyi gitmiyor. Crespo 39. ve 44. dakikalarda 2 kere ağları havalandırırken skorborda ilk yarı bitmeden 3-0'ı yazıyor...



2. Yarı hem Liverpool hem Smicer hem de tüm futbol seyircileri için unutulmazdı. İlk yarıdaki tüm olumsuzluklara rağmen Liverpool fırtına gibi başlıyor. 54 de Riise kesiyor, kaptan kafayı vuruyor top ağlara gidiyor 3-1... 2 dakika sonra belki de futbol tarihinin en dramatik en buruk gollerinden birisi geliyor. Hamann dan aldığı topu önce kontrol eden, Vladimir yerden sert vuruyor Dida'nın müdahalesine rağmen 2 dakika da 2. golü bulan Liverpool bir volkan gibi patlıyor. Golden sonra Smicer'in kollarını açıp var gücüyle bağırarak Inzaghi'ye nispet yaparcasına koşması Smicer'in, Liverpool'un bu muhteşem geri dönüşe ne kadar inandığını gösteriyor. Yine 2 dakika sonra Gattuso bir penaltı yapıyor, topun gerisine maestro Xabi Alonso geliyor yerden köşeye vuruyor,Dida kurtarıyor döneni tamamlıyor ve Skor 6 dakika gibi bir sürede 3-3'e geliyor...



Daha sonra uzatmalara giden maçta başka gol olmuyor ve penaltı atışlarına geçiliyor. İlk penaltıyı Serginho kaçırıyor, Liverpool'dan Hamann golü atıyor. Daha sonra Pirlo da Milan adına penaltıdan yararlanamıyor, Liverpool da ise oyuna 85. dakika da giren Cisse penaltıyı atıyor durum 2-0 oluyor. 3. Penaltıyı Tomasson affetmiyor, Liverpool da ise Riise golü bulamıyor skor 2-1.Milan da Kaka penaltıyı atıyor skor bir anda 2-2 oluyor.  Liverpool adına en kritik penaltıda topun gerisine gelen isim ise; Smicer ! Sezon sonunda takımda olmayacağı kesin olan, maçtan yaklaşık 1 hafta önce yöneticiler tarafından kadroda düşünülmediği açıklanan Smicer Liverpool'un tarihini yazmak için topun gerisine geliyor! Ve görevini layıkıyla yerine getiriyor 3-2. Milan'ın son penaltısını 2 sezon önce Juventus karşısında yine son penaltıyı atan Shevchenko kullanıyor lakin bu kez golü yapamıyor ve Liverpool tarihin en büyük zaferlerinden birisine İstanbul da Olimpiyat stadında 70.000 kişinin canlı şahitliği huzurunda imza atıyor.



Sezon sonu Smicer kendisine  söylendiği gibi takımdan ayrılıyor ve Fransız ekibi Bordeaux'un yolunu tutuyor orda 2 sezon oynadıktan sonra futbola başladığı Slavia Prag'a geri dönüp futbol hayatını noktalıyor. Bir röportajında hayatındaki en ilginç anıyı 2005 Finali olarak nitelendiriyor (Tahmin edebileceğiniz gibi) lakin hiç bilmediğiniz bu açıdan, şimdi kendinizi Smicer yerine koyup bir düşünün siz olsanız ne yapardınız?

7 Ocak 2014 Salı

Andrea Pirlo; Modern Zamanların Klasik Sanatçısı



19 Mayıs 1979 da İtalya'nın küçük Flero kasabasında doğan çocuğun bugün tüm dünyayı hayran bırakacak bir sanatçı olması pek şaşırtıcı değil. Çünkü daha nice cevherleri barından bu Akdeniz ülkesinin mazisinde bir çok başka büyük sanatçı mevcut...

Lakin Andrea'yı bunlardan ayıran olgu icra ettiği sanattı. 1970lerde İtalyanların uyguladığı katı ve zevksiz "catenaccio" dan sonra 1980lerde başlayıp Hollandalılar ve Latin Amerikalılarla beraber gelişen İtalyan futbolcularla ortaya çıkan muhteşem jenerasyonun son temsilcilerinden Andrea Pirlo... Futbola Brescia da başladı, 1995-1998 arası burada oynadıktan sonra dönemin güçlü ekiplerinden İnter'e transfer oldu. İnter'de beklenen patlamayı yapamayınca önce Reggina'ya sonra da kariyerini değiştirecek yuvası Brescia'ya kiralandı. 2000-2001 senesinde kendinden önceki büyük sanatçılardan Baggio'lu Brescia ile muhteşem bir performans sergiledi. Fakat bu Inter için yeterli olmadı ve Milano'nun diğer yakasında kırmızı siyahlı forma Pirlo'yu bekliyordu. Milan'ın Hollandalılardan sonra hakaladığı o muhteşem dönemin "ressamı" oldu Pirlo... 10 sene giydiği kırmızı siyahlı formayla 1 İtalya kupası 2 Şampiyonlar Ligi 2 Süper Kupa  2 Serie A ve daha bir çok kupa kazandı. 2006 yılında mimarlığını üstlendiği İtalya milli takımıyla bir de Dünya Kupası madalyasını koleksiyonuna ekledi.

2011 yılına geldiğimizde Milan'ın sözde gençleştirme politikasına kurban giden Pirlo'nun sözleşmesi yenilenmedi. Böylesine büyük bir yeteneği bonservissiz almayı kaçırmayan İtalya'nın yaşlı hanımefendisi Juventus Pirlo'ya imza attırdı ve 2 senelik şampiyonluğun temelini attı. Pirlo'yu orta sahanın merkezine beyin olarak yerleştiren Conte Juve'nin yeni altın çağının temellerini atmıştı.

Andrea Pirlo'nun saha dışındaki işi ise hiç şaşırtıcı olmayacak şekilde ressamlık ! Sahayı adeta bir resim tuali gibi görüp yaptığı eserler ressamlıktan gelen bir yetenek olsa gerek...




4 Ocak 2014 Cumartesi

Uğur Boral ve Fenerbahçe'nin Sol Kanadı


2000 li yıllarda sol bek de "Sarı Apo" lakaplı Abdullah Ercan'ın yer aldığını görüyoruz. Apo'nun muazzam grafiği 2003 yılına kadar sürüyor 2003 de Apo İstanbulspor'a gidince ak koyun kara koyun belli oluyor Fenerbahçe 2003-2004 sezonuna kadrosunda Ivalyo Petkov dışında herhangi bir sol bek oyuncusuyla çıkmıyor. İstanbulspor'dan gelen Bulgar Petkov un Fenerbahçe kalitesinde olmadığı anlaşılınca Ogün'den kaptanlığı alan Ümit Özat abimiz stoper den sol beke kaydırılıyor ve bu Fenerbahçe ve Dünya futbolu için bir milad(soldan gidip kayarak orta açmanın moda olduğu zamanlar) 2003-2007 yılları arası takımın sol beki vazgeçilmez bir şekilde Ümit Özat oluyor. Peki Sol Açık ? bir dönem Tuncay'ın santrafordan sol açığa çekilmesi ondan sonra sırf orası için Brezilya dan Fabiano alınıyor 3 maç oynamadan geri yollanıyor. Mahmut Hanefiler felan bir sürü adam var ama sol açıkta bir istikrar yok.2006-2007 yani 100. yılda takıma Gençlerbirliğinden bir Cengaver katılıyor adı Uğur soyadı Boral takımın sol kanadına bi anda "cuk" oturan uğur boral 100. yılı bazen Ümit abisinin yerine Sol Bek bazen de Ümit abisinin önünde Sol açıkta toplam 35 maçla kapatıyor(takıma yedek olarak alınan bir oyuncu için çok iyi bir istatistik) 2007-2008 yılında takımda kopmalar yaşanıyor Tuncay ve Ümit Özat'ın ayrılması takıma ROBERTO CARLOS gibi dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sol beki ve Vederson gibi asıl yeri sol bek olan bir devşirmenin gelmesi takımın kimyasını değiştiriyor ve Uğur Boral fırtınası yeni yeni başlıyor.



2008 ve 2008 sonrası dönemi ele alırsak;
2007-2008 sezonu Uğur Boral ve Fenerbahçe için altın sezondur Şampiyonlar Ligi ve Lig de hemen hemen her maç düzenli ilk 11 de oynıyan Uğur(Yazının başında bahsettiğim gibi Fenerbahçe sol açıkları her zaman istikrarsız olmuştur Baliç-Rapaiç-Lazetic bile 22 küsür maçlarla sezon kapatmıştır) Şampiyonlar Ligini alt üst eden bir performansa imza atmıştır hepimiz 2008 deki Sevilla maçlarını hatırlar şu an Barcelona'nın sağ beki ki belki de Dünya'nın en iyi sağ beki, Daniel Alves'e yaptıkları ortada, herkesin yeni yetme Capel'e yoğunlaştığı maçlarda Sol kanadı hallaç pamuğu gibi seren Uğur Deivid ile beraber tartışmasız Sevilla maçlarının fatihidir. Zico' nun gidişinin ardından takıma gelen Aragones Sol açıktaki tercihini Uğur Boral'dan yana kullanmış Uğur yine toplamda 44 maça çıkmıştır ve o sene en çok oynayan oyuncu UĞUR BORAL'DIR!



2.Daum dönemi ise Uğur için çok iyi başladı Sol kanada Andre Santos'un transferi onu pek etkilemedi. Sivasspor maçında attığı 2 gol ve yaptığı 1 asist var ki onun kalitesini ortaya koymaya yeterli olacaktır, merak edenler araştırıp attığı golleri izleyebilir. O maçtan 2 hafta sonra oynadığı Manisaspor maçında diz bağlarının kopması ve sezonu kapatması Fenerbahçe için çok büyük bir kayıptı. O maçtan sonra Andre Santos-Vederson ikilisinin bir türlü uyum sağlıyamaması Fenerbahçe nin sürekli o kanattan açık vermesi çok büyük eleştiriler almış o kanat bir daha istikrar sağlıyamamıştır.
Aykut Kocaman'ın teknik direktörlüğünde Uğur ligde hiç maça çıkmamış Kupa da 1 maça çıkmış ve koca sezonu öyle kapatmıştır 2010-2011 sezonu Fenerbahçe şampiyon olsa da sol bek te Andre Santos sol açıkta Özer-Stoch-Dia asla Uğur kadar aktif olamamış ve Sol kanatda istikrardan bahsetmek olanaksız olmuştur.



Evet, hal böyle olunca hala futursuzca Uğur Boral'ı eleştirmek akla ve mantığa ne kadar uygundur tartışılr. Oynadığı dönemlerde en az 35 maça çıkan Uğur Boral'ın istikrar abidesi performansı hiç olmamış gibi gösterilmesi tamamen saçmalıktır...

2 Ocak 2014 Perşembe

Fernando Carlos Neri Redondo


6 Haziran 1969 da Arjantin de dünyaya merhaba diyen Yakışıklı Prens Redondo, futbola Argentinos Juniors da başladı burada 5 yıl forma giydikten sonra tüm Avrupa'nın dikkatini çekti ve 1990 yılında İspanya macerasının başlangıcı olan Tenerife'ye transfer oldu. Tenerife de 4 sezon da harika işler yaparak, bütün büyük takımların ilgi odağı oldu, tercihini RÜYALARININ TAKIMI REAL MADRID den yana kullanana Redondo rüya gibi bir 6 sezona merhaba diyordu.

Real Madrid ile çıktığı ilk sezon olan 1994-1995 sezonunda şampiyonluğa ulaşan Redondo takımın önemli parçalarından birisi haline geliyordu, özellikle orta saha konusunda diğer oyunculardan çok farklıydı; Top Sürmesi, pas dağıtımı, sorumluluk alışı ile çok büyük bir etki yarattı. Real Madrid ertesi sezon şampiyonluğu ezeli rakibi Atletico Madrid(ki bu Atletico Madrid'in son şampiyonluğudur) şampiyon olurken Real Madrid çok vasat bir sezon geçirerek sezonu Real Sociedad'ın önünde 6. sırada tamamlıyordu. Bu sezon diğer tüm oyuncular gibi Prensimiz da istenilen performansın yanından dahi geçemiyordu.


96-97 sezonu Real Madrid ve Redondo için dönüm noktasının başlangıcı gibi gözüküyordu 92 puanla gelen şampiyonluk Redondo'nun harika performansı adeta seneye gelecek olan ve 32 senelik hasreti dindirecek olan ŞAMPİYONLAR LİGİ ŞAMPİYON'luğunun habercisiydi.1997-1998 sezonunda Real Madrid ve Redondo her ne kadar Şampiyonlar Liginde harikalar yaratsa da ligde işler yolunda gitmiyordu Real Madrid sezon sonu ligi 4. sırada tamamlıyordu.1998 yılındaki dünya kupasına takımının yanında katılamadığı için son derece üzgün olduğunu her fırsatta dile getiren Redondo kariyerindeki en üzücü olaylardan biri olarak nitelendirmiştir.

1998-1999 sezonunda Redondo takımdaki ağır abilerden birisi olmuş Sanchis-Hierro nun yokluğunda kaptan olarak maçlara çıkmaya başlamıştı, 1998-1999 sezonu Real Madrid için kötü geçse de Redondo iyiden iyiye kendinisi ispat ediyordu 98-99 sezonunda Real Madrid son şampiyon olarak katıldığı Şampiyonlar Ligine dönemin en "taş" kadrosuna sahip olan Dinamo Kiev'e elenerek evine dönüyor ligde ise Barcelona'nın 11 puan ardından 2. sırada tamamlıyordu.


Ve geldik Redondo'nun Real Madrid de geçirdiği son ve en iyi sezona bu sezona geçmeden şunu belirteyim Real Madrid bu sezon başında rekor bir ücretle Anelka'yı kadrosuna katmış, ve beklentileri en yüksek seviyede tutmuş teknik direktör olarak takımın başına Galli J.B.Toshack'ı getirmiştir. Her neyse bu sezon Real Madrid ligde yine umduğunu bulamamış ve 5. olmuştur fakat öyle bir Şampiyonlar Ligi macerası var ki bu sezon hem Real Madrid hem de Redondo'nun filmlere konu olabilecek destansı bir macera, E grubunda; Porto,Olimpiakos ve Molde ile eşleşen Real Madrid 13 puanla grup lideri olarak 2.gruplara kaldı, 2. Gruplarda iki eski düşman Bayern Münih ve Dinamo Kiev'in yanı sıra Rosenborg ile eşleşti bu grupta 2 şok Bayern Münih malubiyeti alan Real Madrid(4-2 ve 4-1) Bayern Münih'in ardından 2. olarak Çeyrek finallere kalmayı başardı Çeyrek Finalde Manchester United ile eşleşen Real Madrid Santiago Barnebau da 0-0 lık beraberlikle ayrıldı ve Old Trafforda avantajlı sayılabilecek bir skorla gitti işte ne olduysa o maçta oldu Maça KAPTAN olarak çıkan Redondo, Maçın 50. dakikasında öyle bir hareket yaptı ki futbolla uzaktan yakından ilgisi olmayan herkes Berg'e attığı o çalımı bilir sağ kanattan Berg'in bacak arasından geçerek ceza sahasına inişi ve Raul'e yaptığı asist Real Madrid'e turu getirdi. Yarı Finalde eski düşman Bayern Münih ile karşılaşan Redondo'lu Real Madrid Santiago Bernabeu'daki maçı 2-0 kazandı, Münihdeki mücadeleden 2-1 mağlup ayrılsada Finale yükselen takım oldu. Final maçında bir başka İspanyol takımı Valencia ile (Real Madrid'in şampiyonlar ligi ve ondan önceki isimlerle olan turnuvada finalde karşılaştığı tek ispanyol takımıdır)  karşı karşıya geldiler Stade de France da rakibine adeta futbol dersi veren Los Blancos(Henüz Los galacticos olmadı) sahadan 3-0 gibi bir skorla galip ayrılıyordu.


2000 yılından sonra Redondo şok bir kararla Milan'a gitmek istediğini açıkladı ve AC Milan ile 4 yıllık bir sözleşmeye imza attı fakat burada sakatlığından dolayı 4 sezonda sadece 16 maça çıkabildi ama burada öyle bir olay var ki tüm futbol dünyasında eşi benzeri görülmeyecek bir olay Milan'a gittikten sonra dizinden çok ciddi bir şekilde sakatlanan Redondo yaptığı açıklamayla ben buraya oynamaya geldim ve oynamadığım hiç bir günün parasını alacak değilim dedi, ve benim gönlümde olan tahtını ebediyete kadar oraya çiviledi. Futbola 2004 yılında 34 yaşındayken veda eden Redondo arkasında muhteşem bir kariyer ve harika bir futbol şöleni bırakıyordu.


  Şimdi Redondo'nun bana ve futbola neler ifade ettiğinden azıcık bahsedicem başında da belirttiğim gibi keyfi bi yazı azıcık yorum yapmanın sakıncası yok... Redondo tüm dünya futbolunda ÖN LİBERO kavramının değişmesine yol açmış mucizevi bir oyuncudur, günümüzde ve onun oynadığı dönemlerde bir ön liberodan beklenen tek şey top kazanıp en yakın arkadaşına vermesiydi ama bizim Prensimiz öyle değildi topla adeta dansederdi Latin olmasının hakkını veriyordu adeta, top kapması çok iyiydi çalımları olağanüstü pasları şiirgibiydi her açıdan nerden bakarsanız bakın kusursuzdu onun gibisi gelmedi ve geleceğini zannetmiyorum, orta sahanın her tarafında oynar her yerine kabiliyeti vardı, açıkların yapamayacağı ortalar açar, 10 numaraların düşünemeyeceği paslar atardı,bunların yanı sıra çok büyük bir profesyonel ve liderdi, futbolu asla ama asla çıkarları uğruna kirletmemiştir, bunun en güzel örneği de Milan dan almadığı o yüksek meblağdır, dünyada bunun eşi ve benzerini görmek pek mümkün değil hele bu kadar kapitalistleşen futbolda REDONDOLARA DUYULAN İHTİYAÇ HER GÜN BİRAZ DAHA ARTMAKTA... 

RAUL !



Küçüğüm ufacığım 6 yaşında varım yoğum 98 dünya kupasının ardından bende başlayan futbol sevdası yüzünden maç izliyorum Nou Camp da Barcelona-Real Madrid maçı ne maç ama Barcelona 2-1 yeniyor yan koltukta maçı izleyen babam yarı uyuyor yarı uyanık ben cingöz recai gibi maça bakıyorum umutlarım yıkılmıyor ama eğer uzanıp izlesem uyuyacağım beynimin köşesinden gitmez bu anı, mavi çizgili pijamamın yakasını kemiriyorum, ataklarımız gelişiyor, tabi ben o zaman atak ne onu bile bilmiyorum derken birden bir pas falan bir şeyler oluyor televizyonun yayını da pek iyi değil zaten top gol oluyor. 2-2 oluyor kameralar (O zamana kadar adını fifa 98 den gördüğüm) Raul'e yöneliyo o da ne RAUL HEMŞİRE HAREKETİ yapıyor! Ben çok gülmüştüm o harekete, derken nası bağırdıysam içeriden annem uyandı televizyonu kapattı, babam yatmaya gitti beni de doğru yatağa yolladı ama uyumak mümkün mü ? bütün gece düşün acaba yendik mi ulan nasıl bişeydi 6 yaşında real madridi düşünmek yat uyu be çocuk deli gibi uykun var zaten yok uyku muyku yok, neyse sonra direnememiş uyumuştum ama ne ara uyudum uyandım hiç bilemedim, sabah kalktım(5 yaşında okumayı sökmüştüm ayıptır söylemesi) annem her zaman ki gibi haberleri dinliyordu. yarım yamalak uykulu şekilde; "bişim maş noldu hani dün kapattığın maş" dedim 2-2 bitmiş dedi, yeni kalktığımdan olsa gerek jeton düşmedi yenildik mi yani diye sordum, yok dedi berabere bitmiş işte 2-2, sonra sevindim yenilmemiştik, ve Raul bütün katalunyanın önünde(o zaman katalunya falan bilmiyorum tabi) "hemşire işareti" yapmıştı, bu olay işte benim dini inancımın RAUL GONZALEZ olarak değişmesinin başlangıç noktasıydı...




Evet, benim hayran olduğum RAUL GONZALEZ neredesin şimdi ? Hangi cehennem de ne halt  ediyorsun be adam sen ? KOSKOCA RAULSUN HEMŞİRE İŞARETİ YAPAN RAUL ne işin var Katarlarda ? Yakışıyor mu sana be adam Schalke'ye gittiğin gün hüngür hüngür ağlattın beni, nasıl olur dedim RAUL MADRID di ama gitmişti RAUL MADRID, MADRID den gitmişti olacak iş miydi ? İmkansızd,ı imkansızın da ötesi, ama olmuştu be RAUL gitmişti... Neyse dedim Raulsün sen vardır bi bildiğin sonuçta din dogmatik bir olgudur. sorgulamak olmaz, çoğu maçını da izledim Schalke de gerek İnternetten gerek TRT'den gerekse Arap kanallarından müthiş oynadın Schalke de hala neler yapabileceğini gösterdin taşıdın takımı önce şampiyonlar ligi yarı finaline, sonra Almanya kupasına... Harikalar yaratıyordun, sonra harika bi sezonun daha ardından gideceğim dedin, yine Avrupa diye ümit ettim ama KATAR dedin be adam KATAR NE ?! RAUL ismi bütün Katar'dan daha saygın be ! İşte o gün dinden çıktım ben sorguladım seni hala sorguluyorum ne işin var orda RAUL ne işin var ?!